top of page

ÖN YARGILAR

  • Yazarın fotoğrafı: Ceren  Ertem
    Ceren Ertem
  • 28 Kas 2022
  • 6 dakikada okunur

İnsanları hiç tanımasak bile, onların karakter özelliklerini yüz hatlarından anlayabilir miyiz?


-Bazı çalışmalarda sivri çene, kısık göz, dar alın... şu şu anlama gelir.. gibi bilgiler var. Bunun doğruluğu ne kadar doğru peki?


Bilinçaltımızda bizi üzen insanların surat yapıları kodlanıyordur. Bu çok önce duyduğumuz bir koku ya da rengin o anda hissettiğimiz şeyle, daha sonra bize duyumsatıldığında o şeyi hemen tekrar hissetmemizin örtüşmesiyle aynı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hayatımızda bize sert davranan insanların sadece kendileri değil görüntüleri, kokuları, renkleri (ten rengi olarak değil kişilik rengi olarak) bilinçaltımıza işlendiğini düşünüyorum.

Basit bir örnek vermek isterim,


Hiç bilmediğiniz bir yerdesiniz diyelim. Yol soracaksınız. Size en çok samimi geldiğini hissettiğiniz kişiyi seçip yolu sorarsınız değil mi? Size "TEKİN" hissettirmeyen bir insana gidip sormazsınız. Çünkü bu zihninizde bir çok soruyu doğurur. "Peşimden gelir mi?" "Beni rahatsız eder mi?" vs..


Peki bunlar gerçekten hissel mi, yoksa zamanla edindiğimiz görüntüler ve tecrübelerden kaynaklı bir uyarılma şekli mi?


Hissin olmadığına aşikarız. Her şey içgüdüsel. Yani bilinçaltısal. Yani halının altına attığımız daha önce gördüğümüz fakat şu an da görmediğimiz dağınıklıklar. Basit bir örnek daha vermek istiyorum,

Beyaz ve siyahi 3-4 yaşlarında daha ırkçılığı bilmeyen iki çocuğu bir araya getirdiğinizde, birbirlerine hiçbir düşmanlık duymadan oyun oynayacaklardır. Fakat eğer bu çocuklara zıt renklerin kendilerine zarar verdiği deneyimini yaşatırsanız, o zaman birbirlerinden uzaklaşacak ve bir araya dahi gelmek istemiceklerdir. Şimdi bu hissel midir yoksa bilinçaltısal, deneyimsel bir bilgi midir?


Neyi anlatmaya çalışıyorum?


Kendimizi dış dünyadan korumak mümkün mü? Taleplerimize ve çevremizi belirlemeye giden yolda "his" dediğimiz aslında bilinçaltısal bilgiye danışılması gerektiğini söylemeye çalışıyorum.

10 kişiden 6sı bile yani %50 oranının bir tık üstünde bi oranda bile beyin olumsuzluk yaşarsa, örneğin, kısık gözlü insanların sizi üzdüğü diyelim. 10 gözü kısık tipte insanda 6sı sizi üzerse, beyin şartlanır. Kısık gözlülere dikkat et, diye. Fakat günümüzdeki algı ve ahlaki eğitimde, sizin insanları bu şekilde değerlendirmeniz ve ön yargılı davranmanız hoş karşılanmayacak ve bunu yapmamanız söylenecek. Evet evrenin oluşumundaki oran gibi, milyonda bir bile olsa, o kısık gözlülerden zarar görmeyeceğiniz bir kişi de olabilir elbette. Fakat beyin acaba buna güvenebilecek mi?

Yani kendini koruma mekanizması ve şartlanma olarak bakılırsa, beyin acaba o kısık gözlülere karşı, bilinçüstünde ben güveniyorum dese bile, içten içe bilinçaltısal olarak, yani farkında olmadan kendini o tipte insana karşı tetikte mi tutacak? Bence tam da böyle olur. Hatta ve hatta beyin kendini tetikte tuttuğu ve o kişiyi uzaklaştırmak isteyeceği için (kendi güvenliği için, çünkü sonu üzüntü ya da aldatılmak olacak, ona göre) onu kendinden uzaklaştırmak için ,kısık gözlü kişiyi, farkında olmadan hamleler yaparak, onun içindeki kötüyü mü ortaya çıkartmaya çalışacak?

Asıl soru şimdi burada geliyor. Kısık gözlü kişi, bu maruz kaldığı hal ve hareketlerden kaynaklı mı tepki verecek? Yoksa gerçekten bilincin düşündüğü şey doğru ve kısık gözlü kişi sahiden üzen biri mi?

Bunu anlamanın tek bir yolu var. Bizi şartlayan sebebe dönmek. Yaşadığımız olumsuz tecrübelerin matematiksel oranda şans eseri bize o yükseklikte geldiği. Nasıl mı? Örnek olarak, diyelim Fransızları sevmiyorsunuz. Çünkü 5 tane Fransız tanıdınız ve 5inden 4ü sizin arkanızdan iş çevirdi. Ve size kötü davrandı. Fakat başka biri de Fransızları çok seviyor. Ona sorduğunuzda da diyeceği şey şu olacak,"HAYIR! BENİM TANIDIĞIM 5 KİŞİDEN 4'Ü BANA HEP YARDIM ETTİ" Şimdi kötü olarak gören kişinin tecrübeleri mi doğrudur? İyi gören kişinin mi?

Aslında ikisininki de yanlıştır. Henüz yeni okumakta olduğum için Spinoza'dan alıntı yapmak istiyorum, her töz kendi nedeni olabilir ve her tözü kendi başlığı altında değerlendirmek gerekir. Yani bir kedi anatomisi ya da iç güdüsüyle insanınkini kıyaslayamazsınız. İkisi çok farklıdır. Evet ikisi de canlıdır. Ortak bir bağı vardır ama ikisini da ayrı ayrı ele almak ve incelemek zorundasınız. Demek istediğim şey şu, Burnu uzun, rengi siyah, gözü kısık, çenesi dar, sesi kalın-ince... Bu ayrımların hiçbirnin faydası yok. Aslında bu yazıya bunu anlamamız mümkün demek için başlamıştım. Ama yazıyı yazarken beni götürdüğü incelemeler bunun hiçbir nedeni olmadığını açıkca gösterdi. Çünkü eğer kısık gözlüler ya da Fransızlar gerçekten kötü olsaydı, bir başkası bunu tam tersi deneyimleyemez ve bunların iyi olduğunu savunamazdı. Yine Spinoza'nın sözüne dönersek, her bireyi kendi deneyimleri ve iç dünyası, bilinçaltı ile değerlendirmeliyiz. Her töz kendi nedenidir. Yani bir insanın kötü ya da iyi olması onun ırkıyla, cinsiyetiyle, fiziksel özellikleriyle belirlenemez. Bu tamamen o kişinin büyürken ne yaşadığı, ne tecrübe ettiği, hangi şekilde büyütüldüğü, hangi kültürde yetiştiğiyle ilgilidir. Ve tabi bunun ona getirileri nedir?

Yani konu başlığına dönersek, bir insanın dış etmenleriyle onu yargılamak tamamen aptallıktır.

Başka bir şekilde daha açmak istiyorum şu kısmı. Örneğin, aşk hayatınızda hep aynı tipte insanı hayatınıza çektiğinizi düşünebilirsiniz değil mi? Bir türlü mutluluğu bulamıyorum. Bir türlü o istediğim kişiyi bulamıyorum. Hep aynı acıları çektiren aynı fiziksel özellikteki insanları hayatıma çekiyorum.


Bunu daha derin inceleyelim mi?


İlk yaşadığınız deneyime gidelim beraber. Aileniz. Ailenizdeki kadın- erkek figürleri nasıldı. Siz ne tecrübe ettiniz? İlk duygusal çekim yaşadığınız kişi nasıldı? fiziksel özellikleri ailenizinkiyle örtüşüyor muydu? Size hangi duyguları deneyimletti? Tüm bunların sonunda karşılaştığımız bir diğer şey, sizin yaklaşımınız artık ne? Merak duygusu mu? Nefret duygusu mu? Korku duygusu mu?


Merak sizi çekicektir. İlk deneyimlediğini duyguları incelemeniz üzerine herhangi birine çekilseniz bile, acaba aynı şeyleri yapacak mı? düşüncesidir. Beyin ilk burda tetikleniyor diye düşünüyorum. Daha sonra tecrübelerinizin verdiği genelleme ve beynin kendini koruma mekanizması. Tecrübelerini size sunma kısmı. Nefret ya da korku... (burada daha çok olumsuz tecrübeleri ele almaya çalışarak ilerliyorum ama bunlar olumlu tecrübelerle de kıyaslanabilir, Fransız örneğinde olduğu gibi) Ona benzettiğiniz kişi (kısık gözlü olması, dar çeneli olması, cinsiyeti bile! ya da en genel ırkı diyelim..) Bir kere beynin kendini savunma ihtiyacından kaynaklı ön yargılı gidiceksiniz. Bu bilincinizde ön yargı olmasa da iç güdüsel olarak olacaktır. Ve şüpheli bakacaksınızdır. Davranışlarının altında bir sebep arayacaksınızdır. Koşulsuz güvenmeyeceksinizdir. Çünkü en yakından ona benzeyen kişiler bunu bir sebeple yapmıştı ve o sebep-neden bir sonuç doğurmuştu ve bu sonuç sizi üzmüştü. Bu yüzden beyin kendini koruma iç güdüsüyle şüpheci, karamsar ve tehditkar davranacak ve düşünecektir. Yani karşı taraf size karşı kötü bir niyette davranmasa bile sizin beyniniz bunun olmasını beklediği için, onu dürtecek ve ona (karşınızdakine) o şeyi yapma imkanları sunacaktır.


Basit bir örnek, daha önce deneyimlediğiniz kişi bir şeyden rahatsız oluyordu diyelim. Ama bu yeni deneyimlemekte olduğunuz kişi o şeyden rahatsız olmuyor. Ama siz daha önce onun o şeyden rahatsız olmasından kaynaklı olumsuz bir tecrübe yaşadınız. Beyin sanıyor ki daha önce bu böyle olmuştu yine olabilir. Ve karşınızdaki kişiyi bu şeyden rahatsız edecek şekilde dürttüğünü düşünüyorum. Bilimsel bir sebep sunamam çünkü bilmiyorum. Bu tamamen benim kendi gözlemlemem ve incelemelerimle çıkmış bir sonuç. Ve eğer o kişi gerçekten o şeyden rahatsız olursa, bu sefer siz o kişiyi, önceki kişi olmakla suçlarsınız ve bir genellemeye gidersiniz. ZATEN BUNLARIN HEPSİ BÖYLE! Peki bu kimin suçu sahi? Karşımızdakinin mi, kendimizin mi?


Bir sonuca gidersek, konu başlığını tekrar hatırlayalım. Hiç tanımadığımız bir kişiyi fiziksel özellikleriyle karakterini tanıyabilir miyiz?


Dediğim gibi bunun böyle olduğunu kanıtlamak için giriştiğim yazıda kendim de gördüm ki HAYIR. Herkesi, parmak izi gibi kendi başına değerlendirmeliyiz. Şimdi belki aklımıza şu soru gelebilir, 10 çocuğu bir odaya koyalım ve büyüyene kadar aynı eğitimi verelim. O zamanda farklı olabilirler mi?


Ben de konuyu genellerim ve derim ki, Müslüman ülkeler, Hristiyan ülkeler, Yahudi çocukları, Siyahi insanlar, kadınlara ve erkeklere yapılan farklı muameleler, yaşadığımız kültürdekilerin bize getirileri ve götürüleri de aslında insanları zaten bir odaya kapatıp onlara çocukluktan aynı şeyi öğretmekle de aynıdır. Ama unuttuğumuz tek bir şey var. Kişinin kendi zihni. Bizi ayıran şeyin düşüncelerimiz ve bakış açılarımız olduğunu düşünüyorum. Şöyle düşünülebilir, örnek olarak, bilimin cadılık görüldüğü zamana gidersek, aynı kültürde doğup büyümüş hatta ağır din eğitimlerini çocukluktan beri görmüş bir sürü bilim adamı var. Onunla beraber okuyan ve hep aynı eğitimi görmüş diğer insanlarda neden o bir şeylerin farklı olabileceğini söyledi?

Çünkü biri -tözdeki gibi- ayıran temel şey, kendi içsel düşünce yapılarımız. Dış etmenlerin büyük ölçüde etkisi olsa bile üzerimizde, bembeyaz bir eşya düşünün, zamanla üstü boyansın, kirlensin, değişitirlmeye çalışılsın. O hala beyazdır. Sadece dış etmenlerden kaynaklı değişmiş görünür. Siz o beyaz ama artık siyah olan eşyayı başka birine satmaya çalıştığınızda, o kişi o eşyayı siyah olarak bilecek ve görecektir. Asla geçmişinde beyaz olduğunu bilmeyecektir. Sadece ve sadece o siyah boyayı kaldırmaya kalkarsa, altındaki beyazı keşfedebilir. Yine tözdeki gibi her töz kendi nedenini içerir ve her tözün sonuçlarını da kendi başına ele almak gerekir. Yani demek istediğim, töz burada cinsiyet, dil, din, ırk ise sonuçları da bizleriz. Dış görünüşümüz ve genellemelerimiz tözse, incelememiz gerekenler bu tözün içinden doğmuş ve yaşamakta olan şeyin asıl kendisinin ne olduğudur.


YANİ DIŞ GÖRÜNÜŞ YA DA BİZİ AYRIŞTIRAN O SIFATLARIN HİÇBİR MANASI YOKTUR. Hepsi beynimize yerleştirilmiş uyaranlar ve savunma mekanizmalarıdır.

Bir neslin siyahilerden ve eşcinsellerden nefret duymasının temel sebebi, televizyonlarda, kitaplarda, insanların ağzında, sürekli olarak bunların ne kadar kötü olduğunu anlatıcı gerek görsel gerek sözel uyaranlardan kaynaklıdır. Neden yeni nesil bunlara itibar etmez? Çünkü eskiye nazaran, beyinlerinin bilinçaltısal dürtülerinin doğru olmayabileceğini ve o şeyi tanıyarak, inceleyerek keşfedilmesi gerektiğini tecrübe etmiştir. Ve görmüştür ki, genellemelerin aslında bir işe yaramadığını, o insanların arasında kötü olmayanların da var olduğunu ve bunun göz ardı edilemez olduğunu, kendi deneyimleyebilmiştir.

Şimdi asıl soru şu, o halde neden birbirimize güvenmiyoruz? İçimizdeki bu yara alma dürtüsünü bir kenara bırakarak, üzülme pahasına, tüm korkularımızdan ve deneyimlerimizden arınarak bir insana yakınlaşmamız gerekmez mi? Elbette ki tek seferde güvenin demiyorum, ama en azından o kişiyi dış görüntüsü veya geldiği yerle yargılamadan kendi fikir ve düşüncelerini dinleyeme vakit ayırabilirsiniz diyorum. Ve bu onun kendisini tanımaya ve kendi saf düşüncelerini edinmenize yardımcı olacaktır. İşte o zaman 5 kişiden 4ü dediğimiz o 1 kişiye denk gelebilirsiniz. Bu tamamen sizin elinizde diye düşünüyorum.

Ön yargılı olmamalı ve dışarıdan aramak yerine önce kendi iç dünyanızı keşfetmelisiniz. Kişisel gelişim ya da spiritüalizm konularında gerçekten taktir ettiğim bir söz var. Siz ne yansıtırsanız karşınızdakinden onu görürsünüz. İşte aslında sabahtan beri anlattığımda bu. Korkularımız ya da temel oturmuş ön yargılı düşüncelerimiz insanlara yanaşma şeklimizi ve bakış açımızı belirliyor. Ve farkında olmadan farklı biri bile olsa onu etiketlememize ve insan ilişkilerindeki mutsuzluğumuza sebep oluyor.

Konuyu özetlemek istiyorum, her bireyi kendiyle yargılayın. Her bireyi tanımaya şans verin. Korku ve ön yargılarınızla hareket etmek sadece size zarar verir. Ve bir insanı genelleyerek yargılamak büyük hatadır.



Ceren ERTEM

 
 
 

Σχόλια


136e91e32f71ab6d4a5d7bd0cb1b8dfb.jpg

Yazı size gelsin

Abone olduğunuz için teşekkürler!

  • Instagram
  • Twitter
  • Pinterest
Image by Sigmund
bottom of page